15 Mayıs 2012 Salı

Alaturka Demokrasi I: Eğitim Yasası Gerekçeleri

4+4+4 olarak adlandırılan ve eğitim sistemiyle ilgili ciddi değişiklikler içeren kanun teklifi AKP’li 5 grup başkanvekilinin imzasıyla 20 Şubat 2012 tarihinde TBMM’ye sunulmuş ve o günden sonra önemli tartışmalara ve kavgalara yol açmıştı. Teklifin ilgili komisyonda görüşülmeye başladığı andan itibaren anamuhalefet milletvekilleri, ülkenin eğitim düzeyini çok gerilere götürecek ve dünya ülkelerinde uygulanan eğitim sistemleriyle negatif ayrışmaya sebep olacak bu kanunların geçmemesi için tüm güçleriyle çalışmış, dayak yemiş ancak zor yoluyla teklifin komisyondan geçmesine engel olamamışlardı. Kanun değişikliği gerekçesinin bizzat Başbakan tarafından bir rövanş olduğu açıklanmasına ve hükümet partisinin programında dahi yer almamasına rağmen, tarihe not düşmek ve nesillerarası sorumluluğumuzu yerine getirmek adına kanunun gerekçelerinden başlayarak tüm tutarsızlıkları irdelemekte büyük fayda var.


Teklif, halihazırda 8 yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitimin 12 yıllık kesintili zorunlu eğitim haline getirilmesini, temel eğitimin 4 yıla düşürülmesini ve mesleki eğitimin ilk dört yılın sonunda 11 yaşında başlamasını hedefliyordu. Burada başta dikkati çekmeyen kavramlar büyük önem taşıyor, çünkü kanun gerekçesinde bunlara dayanarak bir yanıltma yapılıyor. Öncelikle ‘zorunlu eğitim’, ‘temel eğitim’, ‘zorunlu temel eğitim’, ‘mesleki eğitim’, ‘kesintisiz eğitim’ ve ‘kademeli eğitim’ kavramlarının ayrıştırılması gerekli. Bir bulamaç halinde ortaya atılan bu kavramlar ve kelime hileleriyle 12, 8’den büyük olduğu için 8 yıllık ‘kesintisiz’ ‘zorunlu’ ‘temel’ eğitim, 12 yıllık kesintili zorunlu eğitimden daha gerideymiş gibi belletiliyor. Halbuki gerçek hiç de öyle değil. Teklifin yasalaşma sürecine dikkatlice bir göz attıktan sonra kavramlarla ilgili genel bir değerlendirme yapmak daha doğru ve anlaşılır olacaktır.

Bu kanun için sunulan ilk gerekçe, dünyada çoğu gelişmiş ülkede zorunlu eğitimin kademeli olduğu yönünde ve ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya örnekleri veriliyor. Bu ülkelerde eğitimin kademeli olduğu doğru fakat bir mesleki ayrıştırma değil yaş temelinde bir kademelendirme sözkonusu. Gerekçenin ilerleyen kısımlarında, teklifi verenler tarafından bu kademelendirmenin yaş grubu ve fiziksel özellikler temelinde yapıldığı da zaten belirtilmiş.

Kesintisiz eğitim, mesleki eğitime darbe vurmaktadır. İnsanları yararlı ve üretken olabilecekleri meslek dallarına küçük yaşlardan itibaren yöneltmek ve onlara bu anlamda gerekli eğitimi vermek toplumun ve onun örgütlenmiş hali olan devletin fertlere karşı sorumluluğudur. Mesleki eğitimden yeterince yararlanmak için öğrencinin ilgi ve beceri alanlarının küçük yaşlardan itibaren tespit edilerek gerekli yöneltme ve yönlendirmelerin yapılması şarttır. 14 yaşından sonra yapılacak tercihler yeterli mesleki eğitim kalitesini sağlamaktan uzak kalacak ve ayrıca yapılacak tercih de bilinçli ve doğru olmayacaktır.

Bu gerekçe de, düşünce kuruluşu TEPAV tarafından hazırlanan ve ilgili komisyona sunulan Yeni kanun teklifi neden yeterli değildir isimli raporda anlaşılır bir grafikle gayet iyi açıklanmış ve geçersizliği somut verilerle kanıtlanmıştır. 9, 10 veya 12 yıllık kademeli veya kademesiz zorunlu eğitimin mevcut olduğu ülkelerin hiçbirinde mesleki eğitime başlama yaşı bu düzenlemeyle öngörüldüğü şekilde 11 olmamakla birlikte, mesleki eğitim zorunlu temel eğitim bittikten sonra başlamaktadır. Yani bu gelişmiş ülkelerde çocuklar çok küçük yaşlarda bilinçsizce meslek tercih etmeye zorlanmıyor ve önce mümkün olduğu kadar uzun süre zorunlu temel eğitim alıyorlar. Üstelik 14 yaşında yapılacak mesleki tercihin bilinçsiz ve yanlış olacağı gerekçesiyle 3 yıl daha önce 11 yaşında bilinçli ve doğru tercih yapılabileceğinin varsayılması, kendi içinde açıklanmaya muhtaç bir çelişki olarak karşımızda duruyor.

Diğer gerekçede; özellikle kırsal kesimde köy okullarının boş kaldığı, yatılı bölge okullarında veya taşımalı eğitimle servislerde uzun yollar katedildiği ve öğrencilerin (okumak için) eziyet çektiği söylenmiştir. Özellikle kırsal bölgelerdeki ailelerin kız çocuklarını bu şartlardaki eğitime verme konusundaki ciddi şikayetleri düşünüldüğünde bu uygulamanın okullaşma ve özellikle de kız çocuklarının eğitimi adına sorunlara yol açtığı eklenmiştir. Ancak getirilen teklifte bu sorunun nasıl çözüleceğine dair bilgi olmamakla birlikte yakın köy okullarının birleştirilip muhtemel taşımalı eğitimle veya öğrencilerin yatılı kalması için pansiyonlar inşa edileceğinin söylenmesi mevcut durumun korunacağını gösteriyor. Açıköğretimle evden okumaya nasıl devam edileceği ve bunun kız çocuklarının okullaşma oranını nasıl etkileyeceği konusunda da herhangi bir bilgi bulunmadığı için bu gerekçe de boşa çıkmış oluyor.

Teklifin komisyona sunulan ilk haline göre, ilköğretimin birinci kademesini bitirenler yani ilk dört yılın sonunda ve 11 yaş civarındaki çocuklar ‘aday çırak’ olarak eğitilebilecektir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun en düşük çıraklık yaşını 14 olarak gören şartlarına aykırılık oluşturacağı konusunda ciddi eleştiriler aldıktan sonra çıraklık yaşını düşüren bu değişiklikten vazgeçilmiştir.

TEPAV raporu, kanun teklifine önemli eleştiriler getirmiştir. Rapora göre bu kanun, ülkenin eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzak ve eğitimin yalnızca süresi ile ilgilenmektedir. Eğitimin kalitesi, eğitimde fırsat eşitliği ve okul öncesi eğitim konularına değinilmemiş olmasını, işgücü verimliliği ve kadınların istihdam edilebilirliği açısından ve bunların sonucunda da ekonomik büyüme, kalkınma ve istihdam alanlarında sorunlar yaratacak önemli bir unsur olarak ifade etmiştir. Kanunun bu haliyle 2023 hedeflerine ulaşmanın mümkün olmadığını da eklemiştir.

Kanun teklifinin gerekçesinde araya sokuşturulan birkaç ayrıntı daha göze çarpıyor. Kayseri’deki üniversiteye Abdullah Gül, Rize’deki üniversiteye ise Recep Tayyip Erdoğan adlarının verilmesi ile BDDK, TMSF ve Muhasebe Denetim Standartları Kurulu başkan ve üyelerinin görev süreleri dolduktan sonra tekrar seçilebilmeleri ve atanmalarına imkan sağlayan değişikliklerdir. AKP’nin ileri gelenlerinin kendi isimlerini, 28 Şubat’ın rövanşı olarak gördükleri bu eğitim düzenlemesine kazımak istemeleri, en azından düzenlemenin içinde üniversite kelimesi geçtiği için belki eğitimle ilişkilendirilebilir fakat yukarıda anılan BDDK, TMSF gibi kurumlarla ilgili değişikliğin eğitimle ne ilgisi olduğu çok tartışmalıdır.

Teklifin eğitimle ilgili olan kısmının yanında çoğu kişi tarafından göz ardı edilen bir yönü daha var. Teklifin meclis genel kurulunda görüşülmesinden hemen önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından tekrar gündeme getirilen ancak tartışmalar içerisinde hak ettiği yeri alamayan konu, FATİH projesi kapsamında kamu tarafından yapılacak mal ve hizmet alımlarının Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulması. Gerekçe olarak ise proje hacminin büyük olması ve yurtiçi üretimde kaldıraç etkisi yaratması gösterildi. Alt komisyondaki görüşmeler sırasında geçici bir madde eklenerek ihalesiz alım süresinin 15 yıla kadar uzatılabilmesi hedeflendi. Buradaki ihalesiz alımlar, proje kapsamında yalnızca kamuoyunda yaygın olarak bilinenin tablet dağıtımını değil, aynı zamanda inşaat işleri de dahil olmak üzere her türlü alımı kapsıyor. Uzman görüşlerinde belirtildiği üzere teklif, ülkenin eğitim gereksinimlerini karşılamıyor olmasının yanında yetkiyi elinde bulunduranların istedikleri gerçek ve tüzel kişilere çok yüksek miktarlarda kaynak aktarma tehlikesini de barındırıyor. Teklifin bu haliyle yasalaşması, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yürüttüğü katılım müzakerelerinde halihazırda üzerinde hiçbir siyasi veya ekonomik blokaj olmayan ve açılış kriterleri yerine getirildiği takdirde açılabilecek üç fasıldan ikisi olan Kamu Alımları ve Rekabet Politikası alanlarının her ikisi açısından da büyük sıkıntılar doğuracaktır.

Bir kanun teklifinde bunca çürütülmüş gerekçe varken ve işin içinde rant sağlama iddiaları bir yanda devletin tepesindeki rövanş iddiaları öbür yanda dururken, TÜİK verilerine göre 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin okullaşmayı ciddi oranda arttırdığı açıkken ve üstelik AKP hem bu sisteme karşı çıkıp hem de sistemin getirdiği bu artışın üzerine bile yatıyorken, karşı çıkan milletvekilleri yerde tekmelerle dövülürken, bu rejimin adına demokrasi değil ancak alaturka demokrasi denir. Alaturka demokrasilerde Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan gibi ileri gelen AKP’lilerin kendi rövanşları uğruna kamu kaynaklarını kullanarak kız çocuklarının okula gitmesini istedikleri reklamlara aklı selim kimse inanmaz.


Selda Doğan
Sosyal Demokrat Dergi (SODEV), 16. Sayı, Nisan 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder